O tepeye ulaşmak…
Geceyarısına yakın çadırım, uykutulumum, 3 gün kadar yiyecek malzemem ve diğer ihtiyaçlarımın iinde oldugu sırt çantam hazırdı.
Botlarımı giydiğimde aşil tendonumda bir önceki serüvenden kaynaklanmış olduğunu düşündüğüm bir ağrı hissettim, acı mıydı yoksa…
En azından yolu terliklerle geçirebileceğimi düşünüp, botları yanıma aldım ve annemin tatlı vedası eşliğinde dağa birlikte tırmanacağım ekiple buluşma yerine vardım. Araca yerleştik. Lideri tanımıyor fakat ekibin çoğunluğuyla ilk kez karşılaşıyordum.
Öyle yağmurlu bir gecede düştükki yollara…
Aracın hızını 30 lu kmlere kadar düşürmek zorunda kaldığı, kimsenin gözünü yumamadığı, şimşeklerin ortasında sel gibi akan yağmurla ilerlediğimiz bir gece. Camları kırması olası olan bir dolu ile karşılaştık. Yine de dönmedik. Dönemezdik.
Kamp yerine ulaştığımızda sanıyorum 4 e geliyordu saat, planlanandan çok uzun sürmüştü yol.
Araçtan inip bir hızla çadırımı kurup içine girdiğimi hatırlıyorum.
Sanki dünyanın en güvenli yeriydi o an küçücük çadırın içi.
Uyayacağımız 2-3 saatti, sonrasında zor bir yolculuk bizi bekliyordu. Yağmur eşliğinde uyudum.
Uyandığımızda hava sakinleşmişti, hepimize iyi gelen bir kahvaltının ardından başladık tırmanmaya. İlk 3-4 saat ormanın, derelerin,görkemli güzelliklerinin içinden geçtik. Güzel olmaları yanısıra pek de zordu geçtiğimiz yerler.
Bir yerde yolumuzun kesildiğini ve liderin iki ayagımızı yanyana tuttuğunuzda genişliği ancak karşılayan bir köprümsü oluşumu göstererek “arkadaşlar nasılsa hepimiz bir gün sırat köprüsünden geçeceğiz” dediğini hatırlıyorum. Pazarlık payımın olmadığını bilinciyle beklemenin verdiği stresi azaltmak adına ilk geçenlerden oldum. Beni tanıyanlar bilir iki yanı boş ve metrelerce yüksek bir yerden şarkılar söyleyerek geçmem. İçimden okuduğum duaları Allah bilir.
Saatler sonra son ağacın olduğu yüksekliğe ulaşmıştık.
Bundan sonrası göz alabildiğine kaya, taş.
Öyle boşki… Öyle ihtişamlıki…
Tırmandık Tırmandık Tırmandık.
zaten bunun haricinde yapabilceğim tek şek bir kayaya sarılıp oturmaktı, etrafın baş döndürücü görüntüsüne bakmak.
Ve o son kmler
Eğim arttıkça zemin iyice kötüleşti.
Öyle bir can havliyle çıkmışımki zirveye ulaşan ilk birkaç kişiden biriydim.
Zievede bir rüzgar, gözlerimin önünde inanılmaz bir yükseklik, hafızamda saatlerdir karşılaştığım görüntüler, yanımda 2 gün önce hiç tanımadığım arkadaşlar.
Yiyecekler paylaşıldı, defter imzalandı.
Yaptıklar kahve zihnimde zirvenin tüm rüzgarını kesti sanki…
Soğuk zirve öyle saatlerce oturamazsınız. Ekibin diğer yarısının henüz ulaşmış olmasına rağmen biz daha küçük bir ekip olarak inişe geçtik.
Çarşak zeminde inmek hiç de kolay değildi. bir kaç kere düştüm ve kalktım, yine de iyi bir hızla ilerlemiştik. Hava tam olarak kararmadan ormanın o en çetrefilli yerine gelmiştik. Bir kaç saat içinde başka bir gezegendeymişcesine bu kez de ıslak ve kaygan yapraklar üzerinde ağaç köklerinee tutunmaya çalışırken buldum kendimi.
İşte tam orada, yanımdaki iki kişiye “siz beni bırakıp gidin” dediğimi çok net hatırlıyorum. Nasılsa daha arkadaki grup vardı, burayı bu hızla inmeme artık imkan yoktu. Ayağımdaki acının şiddeti artk midemi bulandırıyordu. Nitekim ormanda bir çok yol vardı, buradan geçip gemeyecekleri belli bile değildi. Geçseler bile karanlık yüzünden yavaşlamış olan ekiple aramızda saatler vardı. Yanımdaki arkadaşların beni bırakmama kararlarından sonra bir kez daha toparlanıp tüm gücümle ilk baktığımda imkansız dediğim engelleri bir hızla aştım. Meğer zaten düzlüğe pek yakınmışız.
Hava karardığında düzlüğe inmiştik. 3ümüzde bir sevinç. Karanlıkta olsa düzdü sonuçta. Yükümü hiç olmadıgı kadar batonlara vermek zorunda kalarak hızla yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Karanlık olduğu için kamp yolunu karıştırıp yolu biraz uzattık.
Ve kamp yerindeydik. Bir daha aylarca giyemeyeceğim botlarımı çıkardım. Size çadırımın ne kadar güzel, ne kadar huzur veren bir yer olduğunu kelimelerle tarif etmem zor.
İçeride biraz kendime gelip terliklerimi giydikten sonra dışarıya çıktım, hava buz, ateş yakıp arkadakileri beklemeye başladık, bu seferde diğerlerinin iyi olup olmadıgı endişesi sarmıştı. Yapabileceğimiz fazla birşey yoktu sakince beklemekten başka. Sabah olmadan kimse bir daha tırmanışa geçemezdi. Saatler sonra geldiklerinde gece yarısı olmuştu.
Ve uyuduk. O dağa çıkıp inmiş olarak uyuduk. Birbirini pek tanımayan ancak kendi minik zaferlerini kazanmış olan bir ekip olarak uyuduk. Ertesi sabah sakin bir piknik havasına uyanacağımızı hayal ederek uyuduk.
–
seçemediğimiz olağan dışılıkları yaşatan global pandemi günlerinde seçtiğimiz olağan dışılıkları barındıran bu anıyla uyandım bugun, zihnim anılardan hikayeler anlatıyor bana sanki…
Leave a ReplyCancel reply